14 Ağustos 2010 Cumartesi

Uzun zaman oldu yazmayalı

Uzun zaman oldu yazmayalı
Yazmayı Özledim...
Yazmak,
Yazmak kaybolmaktır denizde akıntıya kapılıp gitmektir kendinden çok uzaklara giderken kendine çok yakın olmaktır...
Özlem,
“Öz”ü saydıgı şeylerden ayrı kalmakmıdır özünden uzağa düşmek midir...
Ağlamayı da özlemişim ki !
Geçen gün durduk yere ağladım... Bilmiyorum sebepsiz ağlar mı insan durduk yere doldum hani volkan gibi patlamak istiyordum adeta biraz denedim durdurabilmeyi ama olmadı...
Nedensiz değildir elbette hiçbir şey... Sebepsiz açmıyorken çicekler... Nedensiz değildir bu gözlerden akan ırmak nedensiz değildir yanaklara bırakılan izler..

Ben özledim o özlememiş midir yazmayı ?
Teşekkür ederim dostum.. ben içerdeyken anladım herşeyi
Ben içerdeyken anladım, kuşlara hayranlığım içerdeyken başladı zamanın değerini anlamam boşa harcamamak için caba harcamak istemem...
Şimdi değerinini bilmemem yine unutmaktandır.... yine vefasızlıktandır zamana.. Özgürlüge..
Çıktıktan sonra ben içeriden, yine yolum sevdaya düştü yine aşktan yara aldım.. bu kaçıncı bilmiyorum her biri ayrı ayrı acıtıyor.. korkuyorum...
Korkunun ölüme faydası yok biliyorum yine görsem sevdayı yine koşup yanına aşka aşkımı anlatırım ona...

20 Aralık 2009 Pazar

Sen içeri düştüğünden beri :)

Bir video dolaşıyor facebookta son günlerde, Nazım Hikmet'in bir şiirini okuyor Genco Erkal. Nazım'ın şiirini Genco Erkal'dan duyunca iki defa etkileniyor insan, ve bu şiiri dinleyince aklıma sen geldin. O yüzden buraya yazmak istedim.

Ben İçeri Düştüğümden Beri

Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ona sorarsanız: ’Lafı bile edilemez, mikroskobik bi zaman...’
Bana sorarsanız: ‘On senesi ömrümün...’
Bir kurşun kalemim vardı, ben içeri düştüğüm sene
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi
Ona sorarsanız: ’Bütün bir hayat...’
Bana sorarsanız: ‘Adam sende bir hafta...’
Katillikten yatan Osman; ben içeri düştüğümden beri
Yedibuçuğu doldurup çıktı.
Dolaştı dışarda bir vakit,
Sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri, altı ayı doldurup çıktı tekrar.
Dün mektubu geldi; evlenmiş, bir çocuğu olacakmış baharda...

Şimdi on yaşına bastı, ben içeri düştüğüm sene ana rahmine düşen çocuklar.
Ve o yılın titrek, uzun bacaklı tayları,
Rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldu çoktan.
Fakat zeytin fidanları hala fidan, hala çocuktur.

Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde, ben içeri düştüğümden beri...
Ve bizim hane halkı, bilmediğim bir sokakta, görmediğim bir evde oturuyor

Pamuk gibiydi bembeyazdı ekmek, ben içeri düştüğüm sene
Sonra vesikaya bindi
Bizim burda, içerde
Birbirini vurdu millet, yumruk kadar simsiyah bir tayin için
Şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsız

Ben içeri düştüğüm sene, ikincisi başlamamıştı henüz
Daşov kampında fırınlar yakılmamış, atom bombası atılmamıştı Hiroşimaya
Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman
Sonra kapandı resmen o fasıl, şimdi üçünden bahsediyor amerikan doları
Fakat gün ışığı her şeye rağmen, ben içeri düştüğümden beri
Ve karanlığın kenarından, onlar ağır ellerini kaldırımlara basıp doğruldular yarı yarıya

Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine
‘Onlar ki; toprakta karınca, su da balık, havada kuş kadar çokturlar.
Korkak, cesur, cahil ve çocukturlar,
Ve kahreden yaratan ki onlardır,
Şarkılarda yalnız onların maceraları vardır’

Ve gayrısı
Mesela, benim on sene yatmam
Laf’ı güzaf...

Nazım Hikmet Ran

12 Aralık 2009 Cumartesi

Gecikme ve özür

Sevgili miracle,

Bugünkü yazım sana bir mektup ve yazamadığım zamanlar için bir özür.El yazımla yazabilmek isterdim bu mektubu, askerlikte adettendir mektup almak, ama bilirsin yazma konusunda kendime hiç güvenemem.Hele el yazısıyla yazılacak bir mektup demek, defalarca müsveddesini yazıp, defalarca temize çekmek demek benim için. Ama yine de sana yazmak zor, her zaman senin yazma konusundaki yeteneğine hayran olduğumu da eklersek. İnsan nasıl yazar ki sana...

Biliyorum asıl yazmak için imkanları kısıtlı olan sen olmana rağmen, yazmayı aksatan ben oldum. Tembelimdir, elim yavaştır ve arkadaşlık ilişkilerimde, ya da genel olarak tüm insan ilişkilerimde, insanlara hakettikleri değeri verecek kadar yeteneğim yok ya da kapasitem Bunların farkında olmam da bir şeyi değiştirmiyor açıkçası, hatta daha da kötü, yazmam gerektiğini biliyorum ama yine de yazamıyorum. Kaç defa açtım bu sayfayı da sadece senin yazılarını tekrar okuyup kapattım anlatamam.

Hayat gerçekten zor ve istediklerini elde etmek hayatı kolaylaştırmıyor, biliyorsun kısmen de olsa istediğim bir şeyi başardım ve kısa dönemde, olmak istediğim yere kapak attım ama yine de kimi zaman, (benim gibi maymun iştahlı, hevesi çabuk geçen biri için çok çok az da olsa) bırakmayı düşündüm.

Çok zayıfım, insanları bana değer vermediğini düşündüğüm zamanlarda o yerden kaçmak bana en iyi yol gibi görünüyor, ama bu defa bir ilk olarak sabrettim ve yanıldığımı anladım. Tek yapmam gereken beklemek ve o kişinin tavırlarının kişisel bir şey olmayıp, genel davranış biçimi olduğunu görmekti ve oldu. Artık kırılmıyorum, çünkü üstüme alınmıyorum ama ilk haftalar bu beni çok yıprattı.

Şimdi çok daha rahatım, hatta yeniden sınavlara hazırlanmaya bile başladım, çok çalışamasam da haftada 50 sayfa falan ilerleyebiliyorum ki, bu da hiç yoktan iyidir. :)

Artık bitsin şu askerliğin de 7/24 mesajlaşıp, birbirimizi gaza getirip ders çalışalım, yeni yeni planlar yapalım. Özledim valla geyik yapmayı, uykum geldiğinde "ben yattara" deyince gülen, ya da iyi bir şey yaptığımda "fiat brava" deyip, bunu eğlenceli bulan birisini. ;)

Şimdilik bu kadar ahbap, kendine iyi bak, moralini yüksek tut, canını hiç bir şeye sıkmamaya çalış. Hasretle kucaklar, gözlerinden öperim.

Kestane kebap,
acele cevap :)


Burun kardeşin